Irvin D. Yalom - Din ve Psikiyatri
Ölüme, yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayın.
Nikos Kazancakis
“…varoluşsal psikoterapi ile dinî teselli arasında da bazı kıyaslamalar yapacağım. Bu iki yaklaşımın karmaşık, gerilimli bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Bir bakıma aynı atalara ve endişelere sahip kuzenler sayılırlar: insanlığın doğasında bulunan umutsuzluğa çare bulmak gibi bir görevi paylaşıyorlar… Ama yine de temel inançlar ve psikoterapinin belli başlı pratik yaklaşımları ile dinî tesellinin taban tabana zıt olduğu da bir gerçek.”
İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dinî teselliye iter? Din ve psikiyatri insan ruhuna nasıl dokunur?
2000 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’ne layık gördüğü Irvin Yalom’un ödül alırken yaptığı konuşmayı içeren bu kitap, hemen her insanın zihnini kurcalayan sorulara yanıtlar sunuyor.
“Psikoterapiye ilgi duyan genel okur için Irvin D. Yalom’dan daha ilginç bir yazar olamaz. Aralarında Nietzsche Ağladığında romanı da bulunan on beş kurgu ve kurgu dışı kitabın yazarı olan Yalom, bir psikiyatr ve terapist olduğu kadar yetenekli bir hikâye anlatıcısıdır.”
Heather C. Liston
Irvin D. Yalom - Bir Psikiyatristin Anıları
Seksen beş yaşın acemisiyim. Sona doğru yaklaştıkça
adım adım başa dönen bir daire çizerek ilerliyorum.
Rusya göçmeni Yahudilerin ilk nesil çocuklarından olan yazar ve psikiyatrist Irvin D. Yalom, Washington, DC’nin düşük sınıfın çoğunlukta olduğu bir bölgesinde büyüdü. İçinde bulunduğu şartlardan kurtulmak istediği için aklına doktor olmayı koydu ve bunu inanılmaz bir yükseliş izledi. Başkalarının hayatlarını araştırmak üzerine bir kariyer inşa eden Yalom, kalemini ve terapötik bakış açısını bu kez kendisi için kullanıyor.
Yalom’un hikâyesi bir rüyayla başlıyor: Kendisi on iki yaşında ve yüzü sivilce izleriyle dolu bir kızın evinin önünden bisikletiyle geçiyor. Her sabah olduğu gibi kızla arkadaş olabilmek umuduyla kıza, “Selam Kızamıklı!” diye bağırıyor. Ama rüyasında kızın babası, Yalom’u her gün tekrarladığı bu sözlerin onu incittiğine dair uyarıyor. Yalom’a göre bu, empatinin doğuşu; bu dersi hiç unutmamış.
Sevgiye ve pişmanlığa dair anekdotlarla iç içe geçmiş olan Bir Psikiyatristin Anıları’nı okurken, kitapları pek çok insan için yol gösterici bilge bir psikiyatrist ve düşünürün yaşam yolculuğuna şahitlik ediyoruz. Ama bu yalnızca bir insanın hayat hikâyesi değil, Yalom’un yaşamına ve gelişimine dair düşünceleri, bizi kendi köklerimiz ve hayatımızın anlamı üzerine düşünmeye de davet ediyor.
“Etkileyici, güçlü ve hem konusu hem de Yalom’un yaşadığı zamanlar açısından düşündürücü. İnanılmaz bir kitap.”
Abraham Verghese, Gözyaşı Kapısı’nın yazarı
“Yalom’un içe bakışlarının ve anlamlı sözlerinin hayranı olanlar, onun geçmişinin en özel detaylarını, tutkularını ve verimli bir yaşamın kapılarını açan anahtarları bu kitapta bulacak.”
Kirkus Reviews
“İnsan ruhu konusunda dünyanın en önemli ve en başarılı uzmanlarından birinin samimi, içgörülerle dolu hatıratı.”
Daniel Menaker
“Irvin D. Yalom’un yıllardır büyük bir hayranı olarak Bir Psikiyatristin Anıları’na bayıldım. Bu ondan beklediğimiz kitaptı; kendi benliğine derin bir yolculuk… Onun samimi ve canlı hikâyesi aslında okuyucuların kendi hayatlarını sorgulamalarına da yardımcı olacak. Bize cesur ve yerinde bir öz analizin nasıl bir şey olduğunu gösteriyor. Tekrar tekrar okunması gereken bir kitap.”
Jay Parini
Iris Murdoch - İyinin Egemenliği
İster klasik ister çağdaş olsun, felsefenin sorunları çoğu zaman karışık bir düzlemde tartışılır ve felsefe, bu tartışmaya her zaman açıktır. Iris Murdoch, insanın talepleri ve istekleri üzerinden, felsefenin temel sorunlarını tartıştığı bu makalelerde, kavramların altını adeta bir maden işçisi gibi kazarak, kendi gerçeğini, "iyi"sini aramaktadır. Bunu yaparken de varoluşçuluktan davranışçılığa, psikoloji ve psikanalitikten Marksizm'e, sonra tekrar en başa, Platon'un Devlet'ine atıfta bulunur.
Ahlakın kavramlara, özellikle "iyi"ye yaklaşımını değerlendirmeye, yeniden adlandırmaya ve korkusuzca tartışmaya çalışır Murdoch; buna Tanrı da dahildir. Hatta bazı bazı kendi teorilerini yine kendisiyle tartışarak, yeni bir yön, yeni bir çıkış yolu arar. İyinin Egemenliği, bahsi geçen çıkış yolunun felsefeyle birlikte olacağını anlatan, Murdoch'ın belki de en değerli tartışmalarını barındıran, zihin açıcı bir eser.
İrene Nemirovsky - Çehov'un Hayatı
Irene Nemirovsky’nin kaleminden “Çehov’un Hayatı”nı okurken, insan ve yazar olarak büyük, ölmez sanatçının iç aleminde gezindiğimizi, onunla ta çocukluk yıllarından beri tanıştığımızı, aynı çetin hayat şartları, çeşitli darbeler, hayal kırıklıkları ile yoğrulduğumuzu hissediyoruz. Her okuduğumuz sayfa bize Çehov’un yaşadığı hayatın, o devrin, bütün gerçek halini, psikolojisini, ümidini ve ümitsizliğini çiziyor; aynı zamanda Çehov’un sanatının izahını da yapıyor.
Irene Nemirovsky - Anton Çehov'un Yaşam Öyküsü
Irene Nemirovsky - Anton Çehov'un Yaşam Öyküsü
Bir Yazarın Romanı
Cem Yayınevi - 1987
Sayfa - 157 + fotoğraflar ...
Türkçesi - Oktay Akbal
''ilk olarak 1950 yılında ''Milli Eğitim Bakanlığı'' klasikleri arasında çıkan bu eser yıllar sonra yine aynı çevirmen ''Oktay Akbal'' tarafından günümüz türkçesine uygun hale getirilerek dil ve anlatım açısından daha okunaklı hale getirilmiştir.
İpek Çalışlar - Latife Hanım
Mustafa Kemal Atatürk'ün evlendiği kadındı o. Hırçındı, öyle yazdılar. Atatürk'e göre değildi. Zaten evlilikleri de bitti. Mustafa Kemal Atatürk'ün ayrıldığı kadındı o. Latife Hanım'dı.
İpek Çalışlar, Latife Hanım'da işte o kadını anlatıyor. Ama şimdiye kadar gördüğümüz, tanıdığımızdan başka bir Latife Hanım çıkıyor karşımıza. Kadın haklarının savunucusu, eşi karşısında sağlam duran, ona destek olan, kültürlü bir kadın. Şimdiye kadar hiç gün ışığına çıkmamış belgeler, yabancı kaynaklardan alıntılar, fotoğraflar Latife Hanım portresini daha ayrıntılı ve net çiziyor. Cumhuriyet tarihiyle birlikte Mustafa Kemal'in portresi de bir kez daha şekilleniyor. Eşiyle siyaset dahil birçok konuda tartışabilen, onunla gurur duyan, onu herkese tanıtmaktan hoşlanan bir erkek bu kitapta ortaya çıkan. Ayrıca, Latife Hanım da Atatürk'le birlikte olduğu dönemle sınırlı kalmıyor, çocukluğu, boşandıktan sonraki yaşamı da giriyor devreye. Öyle olaylar anlatılıyor ki bu kitapta, gölgede kalmış bir aşk gözler önüne seriliyor. Gölgede kalmış bir kişilik şahlanıyor. Kitaba, kadınca bir bakış açısı egemen oluyor. Bir kadını tanımak, Cumhuriyet tarihine bambaşka bir gözle bakmak, sonu hüzünle bitse de olağanüstü bir aşk macerasına tanık olmak için Latife Hanım'ı mutlaka okumalısınız. Yeni Türkiye'nin kuruluşuna katkıları olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin birinci adamına âşık bir kadından söz ediyoruz, unutmayın. İşte gölgede kalmış Latife!
Kitaptan
...Nikâh günü yaşanan bu ilginç olayı, hemen hiç kimse fark etmemiş, bu nedenle anılarda da üstünde duran olmamıştı; ancak Latife o gün yaşadıklarını bir gazeteciye anlatmıştı:
Bir gün babam 40-50 arkadaşına İzmir'in ordularımız tarafından geri alınması şerefine bir resepsiyon veriyordu. Müstakbel kocamın bu daveti bir düğün partisine dönüştüreceğinden haberim yoktu. Ziyaretçilerin hepsi gelmiş, ben de mutfakta yemeğin hazırlanmasına nezaret ediyordum. Mustafa Kemal Paşa mutfağa geldi ve bir el işaretiyle beni çağırdı. Dudaklarında bir gülümsemeyle, 'Bu daveti düğüne dönüştürmemize bir itirazın var mı?' diye sordu. Babamla konuşup konuşmadığını sordum. O da 'Konuşacağız' dedi. Sonra da babama haber gönderdi. Babam, 'Size uygunsa bizim için de uygundur' demiş. Benim heyecanımı ve mahcubiyetimi tahmin edebilirsiniz. Ben belki de kocasıyla birlikte nikâh masasına oturan ilk Türk kızıydım. Ziyaretçilerden biri de müftüydü o da nikâhı kıydı. Gerçek bir Batı düğünüydü.
Mustafa Kemal, Fevzi Paşa'ya hitaben, "Paşam siz benim, Abdülhalik Bey de Latife Hanım'ın şahitliğini kabul buyurun da bizim şu mihri müeccel ve mihri muacelleri tayin edip nikâhımızı kıyıverin" dedi. Mareşal şaşırmıştı. "Şey" diye başladı söze, "Paşam hiç haberimiz yoktu da bu karar ani oldu..." diye kekeledi. Bu konuşmalar olurken Latife Hanım salonu terk etmiş, Müftü Efendi'nin gelişi üzerine de başına bir örtü almıştı.
(sayfa 109-110)
Ioan James - Büyük Matematikçiler - Euler'den Von Neumann'a
Ioan James bu önemli çalışmasında, günümüzden 300 yıl geriye uzanarak altmış büyük matematikçinin biyografilerini kaleme alıyor. Kitap, matematikçilerin bilimsel başarılarının yanı sıra her biri oldukça merak uyandırıcı yaşam öyküleri üzerinde de titizlikle duruyor. Kronolojik olarak düzenlenmiş biyografilerle, matematiğin yıllar içinde hangi toplumsal koşullarda geliştiğine dair çarpıcı bir tablo sunuluyor. Bilimsel ve teknik ayrıntıları asgaride tutan kitap, konuya ilgi duyan bütün okurları modern gelişmeleri kolayca izlemeye davet ediyor. Büyük Matematikçiler'de aralarında Euler, Laplace, Cauchy, Galois, Riemann, Poincaré, Hardy, Birkhoff, Kolmogorov ve Von Neumann gibi pek çok matematikçinin ilginç hayat hikâyelerini okurken bir yandan da matematiğin kendi yolunda nasıl ilerlediğine ve diğer bilim dallarıyla ilişkisine tanık olacaksınız.
Ioannes Zonaras - Tarihlerin Özeti
Anadolu'nun Türkleşmesi tarihi bakımından bizler (Türkler) için özel önem taşıyan son iki bölümünün (kitabının) çevirisini sunduğumuz, Tarihlerin Özeti adlı yapıtı; Psellos, Attaleiatès, Bryennios, Anna Komnèna’nın yapıtlarından farklı olarak, daha çok yazarın kendisinin tanık olduğu yahut onun yaşadığı dönemde geçmiş olayları anlatmaz; tersine, ana dokuyu, daha önce yazılmış tarih yapıtlarının -en eskilerinden başlayarak- incelenmesi ve onlardan sağlanan bilginin özetlenmesiyle, evrenin Tevrat’ta anlatıldığı üzere “yaratılmasından” başlayarak Alexios Komnènos’un egemenlik dönemi sonuna kadar olan bitenlerin anlatılması oluşturur. Bu nedenle de yapıt, “Tarihlerin Özeti” adını taşır.
İoanna Kuçuradi - Nietzsche ve İnsan
İoanna Kuçuradi İstanbul, 1936 Nietzsche'nin, yüzyirmi - yzotuz yıl önce, insanlar ve değerlerle, çağı ve çağımızla ilgili söylediklerini doğru anlayabilmek, onun bütn yazdıklarını birbiriyle ilgilerinde okumayı gerektiriyor. Böyle bir okuma, insanlığa adım attıran düşünce ve kavramların getirildikten çok sonra dünyamızı etkileyebildiğini, bu etkilemenin ise bazı rastlantılara bağlı olduğuu görmemizi olanaklı kılıyor. Ama böyle bir okuma, aynı zamanda, bir filozofun getirdiği düşünce ve kavramların, bağlantılı oldukları sorunlardan koparılarak ele alındığı zaman, nasıl yanlış anlaşılabildiğini, nasıl ezbere kullanılabildiğini de görmemize yardımcı oluyor; bu da, günümüzün en önemli sorunlarından biri olan ve yaşamın her alanında kendini gösteren kavram kargaşasını dert edinenlerimize, bu kargaşanın nasıl aşılabileceği konusunda bazı ipuçları yakalayabilmeyi sağlıyor.
Ingvar Ambjörnsen - Beyaz Zenciler
Beyaz Zenciler uyku tulumları, sırt çantaları ve bira kasalarıyla Çingene hayatı yaşayan dumancılar, beyazcılar, asitçilerdir... Beyaz Zenciler şairdir, çılgındır, düş kurmayı ve küfretmeyi severler: Onları en iyi polisler tanır!.. Beyaz Zenciler, mahkûm edildiğimiz rezil, yoz televizyon dizilerine benzeyen hayatlardan; eğitim, kariyer, başarı ve benzeri cüce düşüncelerden nefret ederler... Beyaz Zenciler sevgi edebiyatı yapmazlar, severler: Bütün enerjilerini kendilerini garantiye almak için harcayanların hiçbir zaman anlayamayacağı kadar çok severler... Beyaz Zenciler gerçekten “düzen karşıtı”dırlar, tüm ideallere ve ideolojilere karşı ihanet içindedirler. Onlar toplum dışına atılmamışlardır, orada, “imkânsızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat” yaşamayı seçmişlerdir... “Beyaz Zenciler coşku dolu, hem derin bir hüznü, hem de güçlü bir yaşama sevincini duyumsatabilen, çok renkli bir roman; ölümün kıyısına da ‘Bilemediğimiz ne çok şey var şu dünyada, iş ki aydınlık bir geleceğe hazırlıklı bulunalım’ sözlerini söyleten ruh haline de içtenlikle yaklaşıyor yazar. Bazı satırlarda çöküşün ağırlığını yükleyebilir omuzlarımıza; ama bazı satırlarda da, çocukluğunuzda Tom Sawyer’ı okurken yakaladığınız duyguları yakalayabilirsiniz. (...) Türkiye’deki gibi ‘uslu’ toplumlar, doğal olarak kıyıda yaşamanın da kıyısından geçiyorlar. Batı’da gelişen alt kültürler de buralara pek uğramadı; aslında, burada, üst kültürün kendisini de alt kültürlerin toplam çarpıklığı belirlediğinden, kıyıda doğup gelişen kültürlerden söz etmek çok zor.”Murat Aykul / Güneş “Ambjörnsen’ın kitabı hem yeraltına giden yolu ve oradaki yaşam biçimini birinci elden anlatır ve pek bilinmeyen bir dünyanın kapısını aralar, hem de yerüstünün, temelinde karbon kâğıdıyla oluşturulmuş ‘serüvenini’ gözler önüne serer.”Serhat Öztürk / Nokta “Beyaz Zenciler en sıradan tarifle düzen karşıtı bir roman. Ancak her yerde duyulan türden değil. Beyaz Zenciler gerçek birer düzen karşıtı! Bütün ideal ve deolojilere karşı güvensizlikten öte nefret var.” Metin Solmaz / Cumhuriyet Kitap
Ingeborg Bachman – Bütün Şiirleri
Ingeborg Bachman – Bütün Şiirleri
Kavram Yeryüzü Şairleri 6
Kavram yayınları – 1995
Sayfa – 200
Çeviriler – Ahmet Cemal
”Sorarım anneme akşamları
çan seslerinin ardından gizlice
günleri nasıl yorumlamalıyım
ve nasıl geceye hazırlanayım diye…
İnci San - Sanatsal Yaratma, Çocukta Yaratıcılık
Eğitim sistemleri, akıl ve zekayı eğitmeyi amaçladıkları oranda, duyguyu duygusallığı, imgelemci düşünmeyi eğitmeye yer vermemektedirler. Bu açıdan bakılınca özellikle çocuğun eğitiminde, duygusal süreçlerin de eğitime katılmasıyla bu açığın kapanabileceği açığa çıkmaktadır. Duygusal eğitim, kuşkusuz gene aklın ve düşüncenin eğitimiyle dengelenerek ele alınmalıdır. İşte bu dengenin en iyi sağlandığı süreçler, bizim de katıldığımız yaygın bir görüşe göre, sanatsal süreçlerdir; onun için de sanat eğitimi, eğitim için önemli bir bölüm meydana getirmektedir.
Çalışmanın amacı, yukarıda durumun böylece kanıtlanmaya çalışılmasından sonra, bir yaratıcı süreçte rol oynayan zihinsel yeti ve süreçlerin ve bunların duygusal yanlarının incelenmesiyle, kurumsal olarak çocuk ve yetişkinde yaratıcılık süreçlerindeki öge ve etmenlerin gösterilmesidir.
İnci Enginün - Halide Edib Adıvar (Türk büyükleri dizisi:16)
1882’de doğan ve 1964 yılında ölen Halide Edib Adıvar, önde gelen romancılarımızdan olduğu kadar yepyeni bir şahsiyet olarak da dikkati çekmiştir. Bugün çalışma hayatında ve kanun karşısında kadın-erkek eşittir. Fakat bu noktaya gelininceye kadar tasavvur edilmesi bile güç zorluklarla karşılaşılmıştır. Son yüzyılda bu konuda alınan mesafeyi göz önünde tutmadan Halide Edib'in yerini anlamak da güç olur.
O, İstanbul'un işgalinden sonra eşi Dr. Adnan Adıvar ile birlikte Anadolu'ya geçerek Mustafa Kemal Paşa'nın yanında vatan hizmetine koşmuştur. Milli mücadele yıllarında yaptıkları, cephe cephe dolaşması ve yaşanan güç günleri en canlı cepheleriyle yazılarına aktarması ve bütün dünyaya duyurması, Halide Edib’i asrımızın en dikkate değer kadınlarından biri haline getirmiştir. Müstesna bir dönemi yaşamış ve kalemiyle tespit etmiş olan Halide Edib'in faaliyetlerini saygı ile anmak genç nesiller için bir borçtur. Hele, günümüzde, her sahada kendilerini kabul ettirmiş kadınlar, ilk örneklerinin Halide Edib olduğunu hatırlamalıdırlar.
İnci Enginün - Abdulhak Hamid Tarhan (Türk büyükleri dizisi:19)
Türk edebiyatında 19. yüzyılda en büyük yeniliği yapan şair Abdülhak Hamid Tarhan'dır. Bugün bilhassa kullandığı keyfi dil yüzünden bizden çok uzak görünen Abdülhak Hamid, dil engeli aşıldıktan sonra gerçekten çok ilgi çekici bir yazar olarak karşımıza çıkmakta ve yıllar boyu kendisine karşı duyulan saygı anlaşılmaktadır. Bugün aşılmış merhaleler ardından baktığımızda, eskimiş saydığımız Hamid, dünden bugüne gelirken, inanılmayacak kadar yeni görünmektedir.
Bu kitapta bu uzun ömürlü yazarın, bir macera romanı kadar zengin hayat hikayesini, onun kendi hatıralarından çıkararak vermeye çalıştım. Bunun sebebi :Hamid'in hayat tecrübelerini eserlerine de geçirmiş olmasıdır. Hamid'in hayat macerasını bilmek eserlerini anlamayı ve değerlendirmeyi kolaylaştırmaktadır. Hamid'in hatıratından, «Eserlerimi Nasıl Yazdım» adlı açıklamalarından, ruznamesinden ve mektuplarından yaptığım alıntıları bugünün günlük konuşma diline aktardım. Şiirlerinden ve bazı tiyatro eserlerinden yaptığı alıntıları ise aynen muhafaza ettim. Hamid her an kelimeleriyle de oynayan bir yazar olduğu için onun üslubuna aslında dokunmamak gerekiyor. Fakat bu, geniş kitleye hitap edecek bir tanıtma kitabı olduğundan, esas olarak bugünün diliyle Hamid'i tanıtmayı uygun buldum. Onu daha yakından tanımak isteyen, dili ile, oyunları ile, anlamaya çalışmak zorundadır
İnci Enginün - Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
Prof. Dr. İnci Enginu¨n, uzun yıllar yaptığı inceleme ve araştırmaları daha önce Yeni Tu¨rk Edebiyatı Araştırmaları, Mukayeseli Edebiyat, Araştırmalar ve Belgeler adlı u¨ç kitapta toplamıştı. Çalışmalarının sonuçlarını şimdi de iki ciltlik bir edebiyat tarihinde ortaya koymaktadır. Bu geniş çalışmanın ilk u¨ru¨nu¨ olan Cumhuriyet Dönemi Tu¨rk Edebiyatı’nı, Yeni Tu¨rk Edebiyatı - Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) takip etti.
Tu¨rlere göre du¨zenlenmiş olan bu kitapta, bazı tasnif denemeleri de yapılmış olmakla birlikte yine de şahıslar öne çıkmaktadır. Bu kitap, çok zengin bir edebiyat birikimine sahip Tu¨rkçenin, Cumhuriyet dönemindeki seru¨venine bir kuşbakışından ibarettir. Ne bu¨tu¨n şahısları zikretmek ne de bu¨tu¨n eserler hakkında kesin hu¨ku¨mler vermek amacındadır. Zaman şu¨phesiz ki bugu¨nku¨ nice değerlendirmeyi gelecekte geçersiz sayacaktır, tıpkı geçmişte olduğu gibi.
Cumhuriyet Dönemi Tu¨rk Edebiyatı hemen hemen seksen yıllık bir dönemi içine alan zengin bir edebiyattır. Bu zenginliği, teneffu¨s ettiğimiz hava ve nice gu¨zellikler gibi çok zaman fark etmeyiz. Edebiyat hem sanatın hem sosyal hayatın gel-gitleriyle dolu her tu¨rlu¨ macerasını gu¨nu¨mu¨ze kadar su¨rdu¨rmu¨ştu¨r, gelecekte de su¨rdu¨recektir.
Imre Lakatos - Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi
Imre Lakatos çağdaş bilim felsefesi literatüründe ayrıcalıklı bir yeri olan düşünürlerdendir. Lakatos'un bu kitaptaki yazıları, bir anlamda onun bu ayrıcalıklı yeri neden hakettiğini göstermeye yetecektir. Buradaki yazılarında çağdaş bilim felsefesinde ortaya çıkan sorunları oldukça iyi bir analizle ele alarak bilim felsefesini girdiği kimi çıkmazlardan da kurtarmaktadır. Lakatos'a göre bilim felsefesi için bilim tarihini iyi bilmek gereklidir; ne var ki, bilim tarihindeki olguları iyi betimleyebilmek için de bilim felsefesinin bilimin ne olduğuna ilişkin analizi, yani bilimin bilim-olmayan diğer etkinliklerden ayrımına ilişkin ortaya koyduğu felsefi analiz gereklidir. Kant'ın iyi bilinen bir sözünü bilim felsefesi ile bilim tarihi arasındaki ilişkiye uygulayan Lakatos bu ilişkiyi şöyle dile getirmiştir: "Bilim tarihi olmaksızın bilim felsefesi boş, bilim felsefesi olmaksızın bilim tarihi kördür". Popper'la başlayıp Kuhn'la devam eden bilim felsefesi tartışmalarının son ayağını oluşturan bu kitap Türkçe literatürde önemli bir eksikliği kapatmayı hedeflemektedir.
Adı genelde Popper, Kuhn ve Feyerabend'a karşı olarak anılan Imre Lakatos, çağımızın en önemli blim felsefecilerindendir.
-Richard Harter, Tufts Üniversitesi-
...Lakatos daha önce okumamış olanlar onun harika şakalarından çok hoşlanacaklardır.
-Ian Hacking, London Review of Books-
... her bilim veya matematik felsefecisinin elinin altında bulunması gereken bir kitap.
-Philosophy-
Lakatos'un felsefesini en iyi yansıtan makalelerinin toplamı...
-Philosophical Books-
Immanuel Kant - Prolegomena Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe
Kant'in dilinde bilim, ‘saf' ama bilgimizi genişleten yargılardan oluşan çeşitli bilgi alanları; ‘bilim olarak metafizik' ise, doğaya ve ahlâklılığa ilişkin, bu nitelikte bilgilerden oluşan bir sistem anlamına geliyor.
İnsanın bilme yetisinin sınırlarını aşması sonucu ortaya çıkan eski metafiziğin kuruntularını bir kenara itmek ve 'bilim olarak metafiziği' kurabilmek için, ilk önce insanın bilme yetisinin sınırlarını çizmek, “insanin bilme yetisi neleri bilebilir?” sorusunu yanıtlamak gerekiyor. 1883'te yayınlanan Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomenada Kent, insanın bilme yetisinin sınırların çizmenin ilk denemesini yapiyor. Bilgi Felsefesiyle ugrasan herkesin okumasinda yarar olan bir kitap
Immanuel Kant - Pratik Usun Eleştirisi
Avrupa Düşüncesini yüz elli yılı aşkın bir süredir derinlemesine etkileyen, birçok felsefe öğreticisinin doğmasına yol açan bir bilgeyi anlamak da, kolay değildir. Kant, Avrupa Felsefesinde bir doruktur. Bu doruğa çıkmak için niceleri yarı yolda kalmış, niceleri de felsefe sorunlarını açıklığa kavuşturayım derken içinden çıkılmaz bir karışıklığa yuvarlanmıştır. Kant’ın başlıca özelliği, ele aldığı sorunu bütün boyutlarıyla, karşıtlarıyla, çelişkileriyle inceleyip kendince en tutarlı sonuca varmak, bunda da en büyük görevi eleştiriye yüklemektir. Salt Usun Eleştirisi, Pratik Usun Eleştirisi ve Yargı Gücünün Eleştirisi Kant’ın üç gelişim aşamasını gösteren temel eserleridir. Kimi Felsefe tarihçileri, Kant’ın bu çalışmalarında ele aldığı sorunlara dayanarak, onun düşüncelerinde ki gelişi mi eleştiri öncesi-eleştiri sonrası diye ikiye ayrılır. Oysa Kant için odak sorun bilgidir.
Immanuel Kant - Pratik Aklın Eleştirisi
Kant'ın üç Eleştirisinden ve Etikle ilgili iki ana yapıtından biri olan Pratik Aklın Eleştirisinin bu çevirisi, ilk defa 1980 de yayımlanmıştı. Çoktan tükenmiş olan bu çevirinin ikinci baskısını, etik sorunların ülkemizde ve dünyada gündemde olduğu ve bu sorunlara kültürel yaklaşımların yaygınlık kazandığı bir zamanda okurlarımıza sunmaktan, böylece de insanı temel alan ve insan olan herkese seslenen bir Etik örneğini vermekten mutluyuz.
Immanuel Kant - Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı
Kant’ın eleştiri-öncesi yazılarının en önemlilerinden biri olan Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı aynı zamanda astronomi ve kozmoloji tarihinde bir kilometre taşı niteliğini kazanmıştır. Bu yapıtın bilim tarihindeki yerinin yanı sıra, Kant’ın zihinsel gelişimindeki yerini görerek bir sonuca varmamız açısından, yapıtın incelenmesi bile bugün için değer taşımaktadır. Kant’ın daha sonraları kuşku ile baktığı konu, yani özellikle spekülatif metafiziğin a priori yöntemleriyle ele alındığı zaman bir bütün olarak evrenin uzay ve dünya yapısı üzerinde yeterli bilgi edinmenin mümkün olup olmadığı konusu, bu eski yapıtta, sorumlu bilimsel araştırmanın varmayı umduğu amaç olmuştur.
Immanuel Kant - Eğitim Üzerine
Özgürlük sevgisi doğal olarak insanda o kadar güçlüdür ki, insan bir kere özgürlüğe alıştığında, artık her şeyi onun uğruna feda edecektir. Sırf bu sebepten ötürü talim-terbiyenin disiplin kısmı çok erken dönemlerde yerini almalıdır, çünkü bu yapılmadığı zaman, hayatta daha sonra kişiliği değiştirmek kolay olmayacaktır. Disiplinden yoksun [yani kendi kendini sınırlama becerisi gelişmemiş] insanlar gelip geçici her arzuyu, her hevesi takip etmeye yatkındırlar. Bunu vahşi kavimler arasında da görürüz, onlar her ne kadar bir müddet Avrupalılar gibi iş yahut vazifelerini yerine getirseler de, hiçbir zaman Avrupalılara, Avrupalıların tarz ve tavırlarına alışamazlar. Onlardaki, Rousseau ve diğerlerinin tasavvur ettiği gibi, soylu özgürlük duygusu değil, fakat bir tür barbarlık, deyiş yerinde ise hayvanlık, henüz gelişmemiş insani tabiattır. Dolayısıyla insanlar kendilerini erken yaşlarda aklın buyruklarına boyun eğmeye alıştırmalıdır.
Immanuel Kant - Arı Usun Eleştirisi
Kant 22 Nisan 1724'te Doğu Prusya'da Königsberg'de doğdu. Lutherci bir aileden geliyordu, babası bir saraçtı, ve sekiz yaşında Pietist bir okula (Collegium Fridriciamum) verildi. Latince'yi burada sekiz yıl süren temel eğitimi sırasinda öğrendi. 1740'da Königsberg Üniversitesinde felsefe ve matematik ve bunların yanısıra fizik ve tanrıbilim eğitimi gördü. Geçimini sağlaması güctü ve 1755'te bir Privatdozent olarak aynı Üniversitede 15 yıl sürecek olan öğretmenliğine başladığında öğrencilennden aldığı ücret yeterli olmadığı icin bir süre kitaplarını satarak geçinmek zorunda kaldı. 1770'te metafizik ve mantık profesörü oldu. Felsefeye olmaktan cok doğa bilimlerine ilgi duyardı, ve Fransızca'da yazmıs olan Leibniz'i bile ancak Wolff ve Baumgarten aracılığıyla ikinci elden tanıdı. Newton'u okur ve savunurdu, ve gökbilime ilgisinin ölçütü daha sonra evrenin kökeni konusunda Kant-Laplace kuramı olarak bilinecek olan kurama katkılarıdır. Latin klasik-lerden özellikle Lucretius’u okumayı severdi; yaşamında Rousseau’nun Emil’ini okurken gündelik dizeminin tekdüze akışını bozarak haftalarca eve kapanması dışında hiçbir dramatik olay yoktur ve doğduğu kentten bile yalnızca yüz km. uzaktaki bir kasabaya yaptığı yolculuk dışında hiç ayrılmadı. Yalnızca sabahları olmak üzere dolu dolu bir pipo içer, havadan sudan konuşmayı cok severdi. Yaşamının düzeninde bir saat gibi dakikti. Hiç evlenmeyen Kant sıradan bir yasamın sıradan bir insanıydı. "Eleştirel" dönemine dek, yaşamında daha sonra modern Avrupa felsefesinde öylesine belirleyici olacak bir düşünürden beklenebilecek hiçbir idealizm, hiçbir tutku yoktu; giderek Protestan çileciliğini rahatsız edecek bir heyecan bulmak bile olanaksızdır.
An Usun Eleştirisi 1781’de çıktı ve ilk tepkiler olumsuzdu. İkinci ve gözden geçirilmiş yayım 1787'de çıktı ve bunu çok geçmeden 1790'da bir üçüncü basım, 1794'te bir dör-düncüsü, bir yıl sonra izinsiz bir basım, ve 1799'da beşinci basım izledi. Sonuç felsefenin bir kez de Alman dilinde doğuşunun başlangıcı oldu. Kant'ın zamanı azdı, ve hızla yazdı: Bir Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Gelecek Bir Metafizik İçin Önsöylemler [Prolegomena zu einer jeden künftigen Metaphysik die als Wissenschaft wird auftreten können] (1783); Kılgın Usun Eleştirisi [Kritik der praktischen Vernunft] (1788); Yargının Eleştirisi [Kritik der Urteilskraft] (1790); Salt Us Sınırları İçersinde Din [Die Religion innerhalb der Gren-zen der blossen Vernunft] (1793); Ahlak Metafiziği [Die Metaphysik der Sitten] (1797).
Kant değerli bir felsefecinin değerbilir bir ekinde duyabileceği mutluluğu duyarak öldü (12 Şubat, 1804). Ve dünya için tam yanıtlar bırakmamış olsa da, bir yanıta olan inancı bozmamaya özen gösterdi, giderek Eytişimi modern Aavrupa bilincinde yeniden dirilterek felsefi çabayı bir kez daha o cok umutsuz olduğu Gercekliğe yaklaştırdı. Onunki insan ussallığına ve dolayısıyla özgürlüğüne duyduğu güvenin önüne geçemeyen zoraki, giderek yapay bir kuşkuculuktu, çünkü varoluşun anlamına sıkı sıkıya sarılmıştı, cönkü onun için varoluşa sürekli hayranlık ve saygının iki sonsuz kaynağı vardı: "Üstümdeki yıldızlı gökler ve içindeki ahlaksal yasa."
Immanuel Kant - Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi
Pratik Aklın Eleştirisiyle birlikte Kant'ın Etikle ilgili iki ana yapıtından biri olan ve bu Eleştiriden önce yayınlanan Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesinde Kant, günlük yaşamda eylemde bulunurken, kendimizle ilişkimizde temelini bulan ahlaklılığın olanağının koşullarını serimliyor. Kant'a göre ahlaklılık, başkalarıyla ilişkilerimizde istediklerimizin her türlü kiqşisel çıkardan bağımsız olmasında bulunur. Ancak kendimizi ve başkalarını böyle çıkarlar için araç olarak değil, amaç olarak görerek eylemde bulunduğumuzda ahlaklı oluruz. Kişisel ve grupsal çıkarların oluşturduğu eylemler karşısında, çıkarsız hiçbirşey yapılamayacağı kanısının yaygın olduğu dünyamızda, Kant bu kitapta, erdemli yaşamının onsuz olunamıyacak bir koşuluna -başkasını amaç olarak görme koşuluna- güçlü bir ışık tutuyor.
Ruşen Çakır - Nereye Gitti Bu Ülkücüler
Ruşen Çakır'ın, Vatan gazetesinde yayımlanan "Nereye Gitti Bu Ülkücüler?" başlıklı 19 günlük yazı dizisi ülkücüler arasında büyük yankı uyandırdı. Ülkücü olmayan kesimlerden de geniş ilgi gördü. Bu ilgi diziyi kitaplaştırmaya yöneltti bizi.
Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde ülkücü hareketin liderleri, önde gelen kadroları, aydınları ve bu hareketi yakından izleyen uzmanlarla yapılmış 45 röportaj var: Koray Aydın, Ramiz Ongun, Ümit Özdağ, Muharrem Şemsek, Ozan Arif, Muhsin Yazıcıoğlu, Mehmet Gül, Tuğrul Türkeş, Namık Kemal Zeybek, Musa Serdar Çelebi, Sadi Somuncuoğlu, Esat Öz, Ali Güngör, Yılma Durak, Meral Akşener, Cemal Enginyurt, Atilla Kaya, Azmi Karamahmutoğlu, Ömer Lütfü Mete, Ahmet Turan Alkan, Süleyman Seyfi Öğün, Tanıl Bora, Kemal Can...
İkinci bölümdeyse, Türkiye'nin dört bir köşesindeki ülkücüler tarafından yollanmış 376 mektup yer alıyor. Bu röportajlar ve özellikle de mektuplar, ülkücü hareketin otuz yılı aşkın tarihinin belki de en ciddi krizini yaşadığını gözler önüne seriyor.
3 Kasım 2002 seçimleri sonrası şaşkın, üzgün, hayal kırıklığına uğramış, yılgın ve yorgun ülkücüler derin bir sessizliğe gömüldü. Kimileri 12 Ekim 2003 tarihinde yapılacak olan MHP 7. Kongresi'ni, yeniden toparlanma umudu olarak görürken, "yoksa bu iş bitiyor mu?" diye soranlar da çıktı. İşte böyle kararsız bir ortamda hazırlanmış olan Nereye Gitti Bu Ülkücüler? sadece ülkücülerin değil, Türkiye'nin yakın siyasal geleceği hakkında da önemli ipuçları veriyor.
Gün Zileli - Ev (1946-1954)
“Filistinli Ebu Suut el Haravi, ‘evinden kaçmaya zorlandığın için utanma’ diyor. Türkçede tam öyle değil ama birçok dilde ‘ev’, yaşanan yurdu da temsil ediyor. Gittikçe azalan aile fertlerinin birlikte yaşadığı aile ocağını terk edeli yaklaşık otuz beş yıl oluyor. Neredeyse on beş yıl geçecek, ‘yurt’ anlamındaki ‘ev’den kaçmak zorunda kalışımın üzerinden. Utanmıyorum. Kader de utanmasın. Utanması gereken başkaları var.”
Gün Zileli
Türkiye sol hareketinin önemli isimlerinden biri olan Gün Zileli politik geçmişini, daha önce yayımladığımız Yarılma, Havariler ve Sapak’ta bütün açıklığıyla anlatmıştı. Elinizdeki kitap bir açıdan o üçlemenin öncesi, diğer bir açıdan ise tamamlayıcısı. Zileli bu kitabında kendi ‘özel’ine dönüyor, çocukluğunu ve evini hikâye ediyor. ’40’ların sonu ve ’50’lerin başında yaşanan toplumsal dönüşümün orta sınıf Cumhuriyet aydını bir ailedeki yansımaları, o hayatlarda ve insanlarda yarattığı değişim... Anılarında karşımıza çıkan tiplerin evveliyatları... Hem anıların ayrılmaz bir parçası hem de başlı başına edebiyat tadında bir dönem anlatısı...
Gün Zileli - Havariler (1972-1983)
Gün Zileli, 'herhangi bir '68'li... değil. Aydınlık hareketinin kurucu kadrosuyla yer alan, 1970'ler boyunca bu hareketin önderlerinden olan, 1980'lerin ardından anarşizme yönelen bir figür. Bunca 'kariyerin' ve badirenin ardından, hatıratındaki sakınmasız ama dürüstlüğü gözeten tutum bilhassa değer kazanıyor. İhtilaflı olduğu ya da sonradan ihtilafa düşeceği kişilerle ilgili bahislerde soğukkanlılık gösteriyor Zileli. Karalayıcı, 'ifşa edici' bir üsluba asla iltifat etmiyor... Kişisel ve politik özeleştirellik bakımından geniş görüşlü; kendisine ve geçmişine mesafeli bakmaya çalışan samimi bir muhasebeyle karşı karşıyayız. Manipülatif, indirgeyici, yaşananları ereksel bir çizgisellik içinde 'anlamlı' kılmaya çalışan bir metin değil elinizdeki kitap. 'İyi' bir hatırattan bekleneceği gibi, kendisi ve hayatı üstüne gerçekten düşünen bir yazarın elinden çıkma...
Tanıl Bora
Gün Zileli - Sapak (1983-1992)
"Farklı farklı yollara ve patikalara açılan sapaklardan yoksun bir yolda yürümenin, sol hareket içinde bulunduğum kırk yıl boyunca bizlere öğretilen 'sakınılması gereken' 'sapma'nın en beteri olduğunu anlamam için çok uzun yıllar geçmesi gerekti. Farklı alternatifleri deneyerek, bir başka yola saparak arayışınızı sürdürebilirsiniz. Ama sapaklardan yoksun bir yolun sizi yanlış bir yere götürdüğünü anladığınız zaman çok geçtir artık. Başlangıç noktasına bile dönemeyecek kadar uzun bir yol kat etmişsinizdir çünkü."
-Gün Zileli-
Sapak; Yarılma ve Havariler'den sonra, Gün Zileli'nin anılarının üçüncü ve son cildini oluşturuyor. Aynı soğukkanlı, hayata ve kendisine mesafeli üslubuyla bu kez de Aydınlık hareketindeki bölünme ekseninde '80'ler sonrasında solun dünyasına ait çok değerli gözlemlerle dolu benzersiz bir anı-tarihle diziyi tamamlıyor.
Gün Zileli - Sığınmacılar - (1990-2000 Londra)
"Bu büyükçe parklarda, işsiz siyahlara olduğu gibi, bizim Türkiyeli sığınmacılara da rastlardınız. Sokaklarda ya da parklarda, kafasında köylü kasketi, üstüne bol gelen ceketi ve pantolonu, uzun sarkık bıyıklı, yaşlı Alevi köylülerine rastlamak insana hüzün verirdi. Kimbilir hangi rüzgâr savurmuştu onu köyünden alıp bu yabancısı olduğu diyarlara. Elleri arkasında, parmaklarına tespihini dolamış, başı havalarda, öylece, tek başına dolaşırdı. Belki de konuşacak birilerini arardı... Sığınamamış sığınmacının heykeli gibi bir taşın ya da bankın üzerine oturmuş olurdu. Çaresiz, umarsız, yalnız, ne geldiği yere ne kendi içine ne de dilsiz kaldığı bu ülkeye sığabilen acılı sığınmacının..."
-Gün Zileli-
Gün Zileli'nin 1946-2000 yıllarını kapsayan uzun soluklu otobiyografisi elinizdeki bu ciltle tamamlanıyor. Önceki dört ciltte, gençlik yıllarını, 1960, 1970 ve 1980'lerdeki siyasal mücadelesini anlatan Zileli, bu ciltte 1990 yılında gidip yaklaşık on beş yılını geçirdiği Londra'daki "sığınmacı" yaşamının on yılını konu ediyor. Yalnızca kişisel anılarını aktarmakla kalmıyor, aynı zamanda "göçmenlik" gerçeklerine Türkiyeli bir sığınmacının gözünden tanıklık etme fırsatı sunuyor okuyucuya. '90'lı yılların Londrası'na ait bir panorama ortaya koyması da çabası...
Sığınmacılar, benzersiz bir yaşam anlatısının beşinci ve son halkası. Aynı zamanda Türkiye'nin yakın dönem sol siyasal geçmişinde aktif bir yere sahip olan Zileli'nin Londra'daki Türkiyeli göçmenlerin yaşamına içeriden tanıklığı.