Jean Jacques Rousseau – Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev
“Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir? sorusu 1749 yılında Dijon Akademisi tarafından bir yarışma sorusu olarak sorulmuştur. Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev de Rousseau’nun birincilikle çıktığı bu yarışmanın sorusuna verdiği cevaptır ve kendisini dünyaya tanıtan eserdir.
Jean-Jacques Rousseau’nun bu soruya cevabı söylevinde olduğu üzere hayır olmuştur. Başlangıçta beni epey şaşırtan bu yanıt hakkında olumsuz bir fikre kapılmadan edemedim. Rousseau, bilim ve sanat konusunda gelişmiş uygarlıklar hakkında da örneklendirmeler yaparak bu iki alanın gelişiminin ahlak ile ters orantılı olduğu iddiasını kanıtlamaya çalışıyor; bilimin ve sanatın kaynaklarının sandığımız üzere çok da güzel yerlerden gelmediğini; insanlığın hırsından, kininden, kendini beğenmişliğinden ve hatta boş bir merakından geldiğini de iddia ediyor. “Hoşa gitme sanatı”nın bizi kişiliğimizden uzaklaştırdığını, kendi ruhumuza uymaya cesaret edemeyişimizi yüzümüze haklı bir şekilde vuruyor. Ayrıca bilim-sanat ve lüks arasındaki ilişkiyi de. Başta yadsıdığım hayır cevabına karşı bir daha düşündürdü beni sözleriyle. Her ne kadar kendisi daha sonradan İtiraflar’ında bu eserin kendisine ünü getiren eser olmasına ve coşkunluk, güçlülük ile dolu olmasına rağmen mantık ve düzeyden iyice yoksun olduğunu söylese de insanda gerçekten bu duyguları uyandırıyor ve sorgulatıyor da. Harfi harfine katılmasam dahi eserde yüzüme vurulan bazı gerçekler iyi hissettirmedi değil.
Ayrıca okudukça görülüyor ki karşıt olduğu şey bilim ve sanat değil, bilim ve sanat öğretilirken gittikçe kaybedilen erdemler. “Her tarafta açılmış büyük kurumlarda, birçok masraflarla yetiştirilen gençlere, asıl ödevlerinden başka, öğretilmeyen şey yoktur. Çocuklarımız kendi dillerini bilmezler, ama hiçbir yerde konuşulmayan başka diller öğrenirler; anlamlarını zor anladıkları mısralar düzerler; doğruyu yanlıştan ayırt etmesini bilmezler, ama onları, aldatıcı düşünce oyunlarıyla kimsenin anlayamayacağı bir duruma sokmak sanatını edinirler; mertlik, hakseverlik, fedakarlık, insanlık, yiğitlik kelimelerinin ne olduğunu bilmezler; güzel yurt sözü kulaklarına hiç çalınmaz; Tanrının adını işitirler; ama ondan çekinmez, sadece korkarlar.” ve “Fizikçilerimiz, matematikçilerimiz, kimyacılarımız, astronomlarımız, şairlerimiz, müzikçilerimiz, ressamlarımız var; ama değerli yurttaşlarımız yok.” diyerek demeye çalıştığını tamamen açıklıyor aslında yazar. Söylevini de erdemliliği ve gerçek felsefeyi vurgulayarak bitiriyor.
Şaşırtıcı bir biçimde kafamdaki olguyu sarsan bu eseri okuyun derim. Okuyun ve kendi kararınızı verin 🙂
“Ey erdem, basit ruhların yüksek bilgisi, sana ulaşmak için bu kadar zahmete ve külfete gerek mi var? Senin ilkelerin bütün yüreklerde yazılı değil mi? Yasalarını öğrenmek için herkesin kendi içine bakması, tutkuların sustuğu bir anda vicdanını dinlemesi yetişmiyor mu? Gerçek felsefe işte budur; biz onunla yetinmesini bilelim; edebiyat dünyasında ölmezlik kazanan ünlü insanların şan ve şerefini kıskanmadan kendimizi onlardan ayıralım; aramızdaki ayrım, eskiden iki büyük milleti birbirinden ayıran şerefli ayrım olsun: Onların da biri iyi söz söylemesini, öteki iyi iş görmesini biliyordu.”
ROUSSEAU, Jean-Jacques (1712 – 1778)
Cenevre’de doğdu. Bir saatçinin ikinci oğluydu. Annesi doğumdan on beş gün sonra ölünce, on yaşına kadar babasının yanında kaldı. Okumayı ve zamanının edebiyat eserlerinden yararlanmayı, babası öğretti. 1741’de, öğretmenlik yapmak için Paris’e geldi. Burada, Encyclopedie’nin editör yardımcısı Diderot ve Dupin ailesiyle tanıştı. Çocuk yetiştirme ve eğitimi üzerine son derece akla yatkın ve ileri görüşlü denemeler yazdı. Bu dönemde, Dijon Akademisi için yazdığı Sanatın ve Bilimin İlerleyişi Ahlakın Yozlaşmasına mı Yoksa Arınmasına mı Yardım Etmiştir adlı denemesi, büyük başarı elde etti. İkinci başarısı, bundan da büyük oldu; bir operet olan Le Devin du Village adlı oyunun oynanması üzerine, kendisine sürekli bir gelir ve saraya girmesi önerildi. Ancak reddetti. 1761’de yayınlanan La Nouvelle Heloise ile parlak bir başarı kazandı. Bütün hükümetlerin, yönetilenlerin onayına göre kurulması düzenini savunan Le Contrat Social (Toplum Sözleşmesi) adlı eseri, Amsterdam’da yayınlandı. Bu yapıtında, Fransız Devrimi’nin çağrısına uygun olarak genel seçim hakkı olan bir cumhuriyet diledi ve yurttaşların özgürlük, eşitlik ve kardeşlik haklarını savundu. Aynı yıl, çocuk eğitiminde kilise doktrini yerine mutlak din öğretisini savunan devrimci eseri Emile, ou de L’Education’u (Emil ya da Eğitim Üzerine) yazdı. Emile’in yayınlanmasını önlemek için tutuklanmakla korkutulunca, Leurdon’a oradan da tanınmış sanatsever Büyük Frederik’in yönetimindeki Motiers’e kaçtı. Kendisine saldıranlara Lettres de la Montagne adlı eserinde karşılık verince, artık İsviçre de korkulacak bir yer oldu. O da İngiltere’nin güvenliğine ve David Hume’un hoşgörüsüne sığındı. David Hume, onu Derbyshire’deki Wotton’a götürdü. Burada, tuhaf kişiliğinin ilginç belgesi olan İtirafl ar’ı yazdı. Geçimsiz biri olması yüzünden, Hume’la da şiddetli bir çatışmaya girince, İngiltere’den ayrılarak Paris’e döndü ve başyapıtı olan Promenades d’un Solitaire’e başladı. Devletin iktidara değil halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.
Teşekkür ediyorum